Türk Dil Kurumu sözlüğünde ; bir şeye dikkati yönelterek, o şeyin bilincine
varma, idrak olarak tanımlanmakta, algı.
Algılamada
deneyimlerden yararlanma kapasitesi, insan algılamasını diğer canlıların
algılamasından ayıran en belirleyici özelliktir.
Deneysel
bulgular, algılama kuramında büyük bir dönüşüme yol açmıştır. Daha önce insanın
bir şeyi tekilden tümele, yani ayrıntılardan genel bütünlüğe varmak suretiyle
algıladığı sanılırdı. Oysa günümüzde bunun tam tersine, bir şeyin genel
karakterinin ayrıntılarından daha önce algılandığı, ortaya çıkmıştır.
İnsanlar ; mümkün olduğunca çok yönden kendilerine benzeyen, aynı alışkanlıklara
ve geleneklere sahip olan kimselerle birlikte olmayı tercih ederler. Bu tutum
basit, tutarlı ve doğrudur.
Fertler üç türde algılar. Görsel, işitsel ve duygusal. Birlikte olmak isteğiniz
insanın algılamasında ağırlığının yönünü, önceden veya hızlıca kavrayabilmek,
sizlere daha rahat ve sağlıklı bir iletişim sağlatır.
Görsel
öğelere ağırlık verenler, dünyayı görüntülerle algılarlar ve tüm dünya nüfusunun
%60’ını oluştururlar. Zihinlerinde hep resimler vardır. Resimleri takip etmek
için ise adeta koşarcasına hızlı konuşurlar. İfadelerinde sıkça görsel ifadeler
kullanırlar : Sana nasıl görünüyor ? Olanları gördün mü ; gibi.
İşitsel
öğelere ağırlık verenlerse, daha çok kelimelere önem verirler. Kelimelerin
dizgisine ve uyumuna dikkat ederler ve bulundukları yerlerde daima çevrenin
seslerine duyarlılık gösterirler. Anlatımlarında işitsel içerik oldukça
yüksektir. Haberi duydun mu, gibi.
Duygusal
olanlarımız ise, daha çok duyguları ile algılamaya önem verirler ve dünyayı bu
kanalla anlamaya çalışırlar. Ağır konuşur, derin nefes alırlar. Gittikleri hemen
her yerde dostluğun ve sevginin var oluğu ortamları arzular ve ararlar.
Hislerini aktarımda duyularını ağırlıklı olarak kullanırlar : Üşüyorsun,
giyinmelisin ; gibi
Önemli bir hususta ; nasıl algıladığımız kadar, nasıl algılandığımızdır.
Bir ihtiyar
ile yürüme özürlü torunu, köy merkezine gitmek üzere, yerleşime uzak evlerinden
yaşlı merkeplerinin sırtında birlikte yola koyulurlar.
Bir süre
sonra, yolda karşılaştıkları bir grup, ihtiyara dönerek : "ayıp! ayıp! zavallı
yaşlı hayvana iki kişi birden binilir mi?" derler. İhtiyar utanır ve kendisi
hayvanın sırtından iner.
Kısa bir
süre yol aldıktan sonra, yolda karşılaştıkları bir başka grup ise bu seferde
toruna döner : "ayıp! ayıp! senin gibi bir gencin yürümesi gerekirken, zavallı
ihtiyarı yolda yürütüyorsun" derler. Torun hayvanın sırtından iter, bu seferde
yalnızca ihtiyar hayvanın sırtına biner.
Köye
yaklaştıkları sırada, bu seferde ; bir başka grup ile karşılaşırlar ve grup
ihtiyara dönerek : "ayıp ! ayıp ! yürüme özürlü zavallı çocuğu yürütüyorsun. Bu
hiç yakışıyor mu senin gibi birisine ?" derler. İhtiyar düşünür ve hayvanın
sırtından inerek, torun ile birlikte yürümeye karar verir.
Köy
meydanına yaklaştıklarında ise bu seferde köy kahvesinden laf atarlar : "biriniz
ihtiyar biriniz yürüme özürlü, hayvan varken yürümeniz niye ?" diye.
Ağzı olan
konuşur ama bakan, gören veya yaşayan hiç bir olur mu ; faturasını kendimizin
ödeyeceği yaşamda.
Sütliman
Geçmişte bir
yerde,
Der ki bir
düşünür :
-Rüzgarın
yönünü,
Değiştiremediğinde,
Ayarla
dümenini,
Rüzgara
göre,
Çünkü
İnsanlar,
Denizlerde
karşılaştığın,
Fırtınalarla
değil,
Gemiyi
limana getirip,
Getirmediğinle ilgilenirler ;
Sokaktaki
insanlar,
İlgilenirken
limanlarla,
Sana emek
verenin,
Ne sanırsın,
İlgi alanını
?
Denizlerde
yaşanan,
Su ile
havanın,
Güç
kavgalarında,
Dalga
kıranın,
Keşfiyle
bulundu,
Sanık olmak
yerine,
Tanık
olmanın yolu ;
Ruhla
bedenin,
Çelişki
yaşadığında,
Sanalda
değil,
Adreste ara,
Beş duyunla,
Sütlimana,
giden yolları.